Iza'nın Şarkısı, Magda Szabo



Yılın son günleri tatlı sürprizlerle geldi. İza'nın Şarkısı bunlardan biri. Çok çok çok beğendim. Kendimden çok şey buldum. Eski yazılarımı okuyanlar bilir; koleksiyoner değilim kitap söz konusu ise, sadece çok sevdiğim, tekrar tekrar okurum dediğim kitapları minik kütüphaneme koyarım, bu kitaba severek ve okşayarak raflarımda yer açacağım diyeyim, anlayın.

İlk kez bir Macar yazar okudum. Szabo, 2007 yılında ölmüş. İza'nın Şarkısı'nın orjinal ismi Pilatus ve 1963'de basılmış. (Pilatus, Google'a göre, Hz. İsa'yı yargılamayı kabul etmeyen yargıcın adı imiş. Hikaye ile nasıl bir bağlantısı var bilemedim.)

Hikaye özetle şu: İzabella kısaca İza, doktordur, boşanma sonrası ailesinin yanından ayrılmış Budapeşte'ye yerleşmiştir. Yılda dört kez ana-babasını ziyaret eder ve bu ziyaretleri sırasında otelde kalır. Çok akıllı, olgun bir çocuk olarak büyümüş, ebeveyninin koruyucusu ve akıl hocası olmuştur. Babasının ölümü sonrası annesini kendi evine taşır ve bir anda  annenin de İza'nın da hayatı değişir.

Anne Etelka, bir yetim olarak teyzesi ile büyümüş, kocası, kızı , evi, komşuları ve tavşanı ile sınırlı bir dünyada bütün ömrünü geçirmiştir. Tüm ev işlerini, yemeği, tasarruf etmeyi, kutlamaları asla yük olarak görmemiş tam tersine bu işler onun varlığına anlam katan unsurlara dönüşmüştür. Ekmek kızartma makinesi gibi tüm elektronik aletlerden uzak durur çünkü Etelka'nın asıl sevdiği şey ekmeği kızartırken ateşin karşısında olmaktır.  Kızına müthiş bir saygı duymakta, onu eleştirmek, aldığı kararları sorgulamak kesinlikle aklına bile gelmemektedir. İza ne yaparsa doğru yapar, her zaman haklıdır, hep öyle olmuştur.

'' İza kızarmış balık kokuyordu ve tuhaftır, bu haliyle annesinin gözüne yabancı göründü. İza her zaman öyle derli toplu, öyle temizdi ki, vücudunu evin kirinden pasından öyle dikkatle korurdu ki, onun mutfaktan kıpkırmızı çıktığını görünce yaşlı kadının ağzı açık kaldı.'' (s. 46)

Kocasının ölümü ile yaşlı kadının tüm ezberleri bozulur. O artık, hiçbir konuda fikri sorulmayan, ne düşüneceğini ne yapacağını bilmeyen, şaşkın bir çocuk gibidir. Olacağını varsaydığı şeyler olmamaktadır. Kocası son nefesini verirken elini tutmaktadır ama eşinin diğer eli genç bir hemşirenin elindedir. Neden? Ne sorabilir, ne itiraz edebilir. Cenazenin her ayrıntısı planlanmıştır ve kocasını öpüp veda edecekken bir de bakar ki tabutun kapağı kapalı. Açın diyemez demek ki öyle olması gerekiyordur.

Kızının evindeki ilk günlerde umutsuzca onun hayatına dahil olmaya çalışır. Kızı zayıftır, güzel anne yemekleri yapacak ve ona kilo aldıracaktır. Oysa evin işlerini gören bir kadın vardır ve İza artık yağlı, kalorili yemekler yememektedir. Evde yaşlı kadının uğraşabileceği, vakit geçirebileceği neredeyse hiçbir şey yoktur ve kadıncağız ne yapsa kabahat olduğunu acı tecrübelerle fark ettikçe içine kapanır.

'' Etelka, ev işleriyle ilgili tasaları seviyordu. Sanki ev, yemeklerin yanması, odunların ıslanması için türlü fesatlar karıştıran, her gün yeniden mağlup edilmesi gereken gereken küçük ve kötü cinler tarafından kuşatılmış gibi, başarılı bir sofranın ardından ya da ay sonunda tasarruf edilen parayı sayarken zafer kazanmış gibi hissediyordu.'' (s.81)

'' En basit işleri görmeye, mesela küllükleri boşaltmaya ya da odayı toparlamaya bile çekiniyordu; bir keresinde telve ve izmaritlerle birlikte kahve kaşığını da çöpe atmıştı; ertesi gün kapıcı kadın kaşığı geri getirmişti. Bir demet solmuş çiçeği bile atmaya yanaşmıyordu artık.'' (s.83)

Nihayet kocasının mezar taşı hazır olduğunda Etelka kasabasına doğru yola çıkar ve kitap hiç beklemediğimiz bir sona ilerler.

'' Korkunç bir şey bu, diye düşünüyordu yaşlı kadın, benimle yaşamakta bu kadar zorlanması, ona bu kadar yük olmam korkunç.

İçinde yaşayan küçük İza, kaşlarını çattı ve tiz bir sesle ''Yorgunum!'' dedi.

Ve dahası onu yoruyorum diye açıkladı ihtiyar kadın kocasının mezar taşına. Oysa, ne kadar sevecen olduğunu, nasıl çalıştığını bir bilsen. Ve bana verdiği onca parayı! Dolabım para dolu. Onları kazanmak için hiçbir şey yapmamış olmak ne büyük bir utanç!'' (s.180)


Bıraksanız tüm kitabı anlatabilirim ama tadımlık kalsın yazı. 10 üzerinden 9 veriyorum .

Not: İza'yı kendime, Etelka'yı anneme  benzettiğim yerler çok oldu. Annemi ne kadar az anlayabildiğimi, onunla aynı dili konuşamıyor olmamızın ikimizin de suçu olmadığını (çünkü kullandığımız alfabelerin harfleri farklı), annemin içindeki küçük Elif'in varlığını, benimse o küçük çocuktan haberim olmadığını, her dakika iki yetişkin gibi davranmamızı beklemenin haksızlık olduğunu ve daha neleri neleri düşündüm.

Bir de iyi edebiyatın değerini ve iyileştirici etkisini bir kez daha iliklerime kadar hissettim. Teşekkürler Szabo.


Etiketler: ,