Alamut, Vladimir Bartol ve Semerkant, Amin Maalouf


Alamut, Vladimir Bartol


Sevmiyorum! Ortadoğu'nun  hikayesini, romanını, edebiyatını sevmiyorum! Bu iki kitapta hoşlandığım birkaç karakter vardı:  Hayyam sürekli kafir olmadığını, Allah'a inandığını ispat etmek zorunda, Fazıl da Batıda eğitim görmüş, zengin bir İranlı ailenin oğlu ve düşünce yapısı Doğudan fersah fersah uzak. Hayran olacağımız diğer adamların biri İngiliz biri Amerikalı, yazar Amin Maoluf nereli peki? Lübnan'lı ama 27 yaşından beri Paris'de yaşıyor.

Sevmiyorum çünkü beni mücadeleye değil umutsuzluğa itiyor. Tarihin büyük bir kısmında dünyaya hakim olmuş koca koca medeniyetlerin mirasçıları olarak bu hale gelmemiz kötü bir kader mi, kaçınılmaz bir çöküş mü? Alamut kalesi İran'ın Kazvin ili sınırları içindeymiş ve bakın bugüne neler kalmış:



Hepsi bu. Yüzlerce yıldır mezhep tartışmaları ve savaşlar içindeki güzelim Ortadoğu, ne insanın ne hayvanın ne doğanın ne tarihinin değerini biliyor. Buradan orta ve lise öğrenimim sırasında yolumun kesiştiği tüm tarih öğretmenlerime de selam ediyorum, eğitim sistemine olan nefretimi tekrar hatırlattıkları için.

Alamut Kalesi çok ünlü bir kitap. Yazarı Slovenyalı. 1938'de ilk baskısını yapmış ve 18 dile çevrilmiş (Ne olsa Batılılar için pek ilgi çekici). Malesef yazılan herşey iddia ve kurgudan ibaret. Sabbah, Hayyam ve Nizamülmülk'ün (Gerçek adı Prens Malkom Han, İsfahan'lı bir Ermeni) tanıştıkları tezini ortaya koyan da yine bir batılı: Hayyam'ın ünlü Rubaiyat'ını İngilizceye çeviren Edward Fitzgerald!

Bartol'un kurgusuna göre Hasan Sabbah, hırslı, gözü kara, genç yaşta birçok ilme vakıf olmuş, bulabildiği her eseri okumuş, gözü yükseklerde bir adam. Bir şekilde (kurguya göre Hayyam'ın önerisiyle) Selçuklu imparatoru Melikşah'ın sarayında göreve başlıyor ve kısa zamanda o kadar sivriliyor ki Nizamülmülk'ü gözden düşürüp baş vezir olmaya karar veriyor.

Koskoca Nizamülmülk, boş durur mu? Karşı oyunla Sabbah'ı mat ediyor ve adamı sürgüne yollatıyor .İntikam yemini eden Sabbah diyar diyar gezdikten sonra 3-5 ailenin yaşadığı Alamut kalesini satın alıyor ve yıllardır kurduğu planı hayata geçiriyor. Rivayete göre 35 yıl kaleden hatta odasından çıkmıyor ve bir suikastçi birliği oluşturarak, devrin ileri gelen siyasetçilerini tereyağından kıl çeker gibi öldürtüyor.

Bartol'a göre Sabbah'ın en önemli silahı haşhaş ve yapay cennet. Şöyle ki kalenin bir kısmını bildiğiniz cennete dönüştürüyor, envai çeşit çiçek, onlarca körpe bakire kız, bir sürü yemek ve şarap. Fedailerin beynini haşhaşla bulandırıp bir de uyku ilacı veriyor. Henüz 18-20 yaşında, daha bir kadına dokunmamış genç uyandığında kendini huriler içinde buluyor ve efendisi Hasan Sabbah'ın peygamber olduğu ve cennetin anahtarını elinde tuttuğu efsanesini gözüyle görmüş oluyor! Sonra da tekrar cennete kavuşmak ümidiyle efendi ne derse yapıyor. Kendini öldürmek dahil. Çok iyi bir yönetici, sosyal psikolog, motivasyon ustası aynı zamanda alim olan Sabbah bu sayede yaşadığı devrin en akılda kalıcı adamlarından biri oluyor.


Semerkant, Amin Maalouf kitap

Alamut bitince Semerkant'a başladım. Yazarla tanışma kitabım. Kurguya bayıldım, tam bir bestseller mantığı ile olayı bir şekilde Titanik'le açıp Titanik'le kapattı ama bunu öyle şık bir şekilde yaptı ki şapka çıkardım.

Kitap Hayyam ve Hayyam'ın Rubaiyat'ını okurken tanışan ana-babasının aşklarının anısı olarak ikinci ismini Ömer koydukları İngiliz Benjamin ve onların ziyaret ettiği , yaşadığı şehirler etrafında şekilleniyor. Kaçınılmaz olarak Hasan Sabbah ve hikayesi bol bol anlatılıyor. Nizamülmülk, Melikşah, İran (Görmek istedim İran'ı, o derece) ve Selçuklu tarihiyle ilgili ciddi bir okuma yapmış oluyor ve daha çok okumak istiyorsunuz.

Kaderin oyunu olarak Benjamin eninde sonunda Hayyam'ın izlerinin peşine düşüyor ve kendini İran'ın özgürlük mücadelesinde önemli bir karakter olarak buluyoruz. Bu sırada Şirin'e aşık oluyor ve uzun süren bir ilişkinin ardından onu da alarak Amerika'ya dönmeye karar veriyor.

Maoluf, Doğulu olmasının avantajını çok güzel kullanmış. Batılılarla aramızdaki farkı o kadar iyi anlatmış ki şaşırdım doğrusu. Ayrıca  Prenses Şirin'in finaldeki tavrını çok zekice kurgulamıştı, bir Batılı'nın asla yapamayacağı şekilde.

Bir de kitaptaki şu kısmı yazmadan geçemeyeceğim, çok etkilendim:

İran hazinesi hep boştur, büyük küçük tüm memurlar para çalmakta, yüksek zevat hazineyi yağmalamaktadır. Şahın başka bir ülkeye 500 kişilik maiyetiyle tadaviye gitmesi için bile İngiltere, Rusya gibi ülkelerden sürekli borç alınmaktadır. Onlar da verdikleri paralara karşılık İran'ın tüm yer altı yer üstü zenginliklerini sömürmektedir. İleri gelen bir avuç akıllı kişi ekonomiyi düzeltmek için Amerikalı bir uzman çağırırlar. Meclis de arkalarındadır. Amerikalı gayet düzgün davranır, tüm asalakları kurutma yolunda azimle ilerler, o ara bir diplomatik kriz çıkar. Benjamin'i de arabuluculukla görevlendirirler, Benjamin acaba şöyle mi yapsanız filan derken adam gayet net''İşim İran'ın hazinesini doldurmak'' der ve çok güzel bir konuşma yapar. Benjamin ağlamaya başlar..(Ah o gözyaşları, benim de aynısını yapacağımdan zerre kuşkum yok!) Peki sonunda ne olur? Duruma çok bozulan Rusya bir komplo ile Amerikalı'yı kovdurur. Tüm meclis ve halk ağlaya ağlaya adamı yolcu eder..

Semerkant'dan sevdiğim bazı cümleler:

'' Kralına karşı haklı olan bir vekil, kocasına karşı haklı olan bir kadın, subayına karşı haklı olan bir nefer; bunların hepsi iki kat cezaya çarptırılmaz mı? Zayıflar için haklı olmak bir suçtur. ''

'' Sabredip beklemeliydik, biraz kurnaz olmalı, hık mık etmeli, iki büklüm olup yalan söylemeli, sözler vermeliydik. Doğu bilgeliği denen şey budur ezelden beri; Shuster bizi Batı ritmiyle ilerletmeye çalıştı ama gemiyi de batırdı.''

'' Kaderim böyle benim, ne zaman güvenebileceğim birini bulsam hırsı yeterli olmuyor ve iktidara ilişkin şeylerden kuşku duyuyor ve ne zaman bir adam önüne sunduğum her işin üzerine atlamaya hazır gözükse , bu telaş beni kuşkulandırıyor.''

'' İranlılar geçmişte yaşıyor çünkü geçmiş onların vatanı. Çünkü şimdiki zaman hiçbir şeyin onlara ait olmadığı yabancı bir ülke. Bizim gözümüzde modern yaşamın simgesi olan her şey onlara göre yabanı egemenliğinin ve baskısının simgesi: Karayolları Rusya demek, demiryolu , telgraf, banka İngiltere, posta dedin mi Avusturya-Macaristan..''

'' İçinden çıkılamaz kaotik bir durum karşısında hep, bundan kurtulmak için yüzyıllar gerek diye düşünülür ama birden bire  ortaya bir adam çıkar ve ölüme mahkum sanılan ağaç sihirli bir değnek değmiş gibi yeniden yeşillenir. ''

Sonuç olarak Alamut , romanını iyice çarpıcı yapmak isteyen bir Batılı tarafından yazılmış ve yer yer hayal gücünde aşırıya kaçılmış. En fazla 6 veririm. Semerkant ise okunmayı ve 8 puanı hak ediyor

Etiketler: