Havva'nın Üç Kızı, Elif Şafak

Havva'nın Üç Kızı, Elif Şafak

Nazperi Nalbantoğlu; kısaca Peri, yaşadığı bir felaket sonrası dindarlığa merak salmış annesi ve her akşam bir kadeh içen, Allah'la kendince bir ilişkisi olan babası arasında kalarak büyümüş orta karar bir Türk kızıdır.

Babasının en büyük hayali kızının iyi bir eğitim almasıdır ve ne yapıp edip notları çok yüksek olan Peri'yi Oxford Üniversite'sine gönderir.

Peri'nin okulunda iki yakın arkadaşı olur: Dinle alakası olmayan İranlı Şirin ve başı örtülü, samimi bir inanca sahip Mona. Yine iki kutup arasında kalan kız kendini derslerine, İngilizcesini ilerletmeye ve koşmaya verir.

Şirin'in hayran olduğu bir profesör vardır; Azur. Tanrı Felsefesi dersini veren bu adam sıra dışı yöntemler kullanmakta, öğrencilerin sınırlarını zorlamaktadır;  kaçınılmaz olarak çok sayıda hayranı ve düşmanı vardır. Şirin'in ısrarı ile dersi alan Peri, Azur'un adeta kızın içini okuyormuşçasına yaptığı yorumlar ve Peri'nin, özellikle zor zamanlarında ortaya çıkan hayali bir ''sisler içindeki bebek'' gördüğünü söylemesinden sonra artan ilgisi sonucunda hocasına aşık olur.

Okul masraflarına katkısı olsun diye çok sevimli bir kitapçıda çalışan Peri biraz sağduyu sahibi olsa mutlu mesut yaşayacaktır ama Azur'un dersten attığı bir öğrenci kızın kulağına fısıldar: Azur ile Şirin'in ilişkisi var ,bilmiyor musun yoksa?

Kıskançlıktan kavrulan, ruhu halihazırda pek de dengeli olmayan Peri hoca lehinde ifade vermeye gitmez. Azur üniversiteden atılır. Peri de okulu bırakıp ülkesine döner. Zengin bir koca bulur, üç çocuk doğurur. Azur ve Şirin'le ilgili vicdan azabını yıllarca içinde taşır ve bir gün öyle bir şey olur ki elbette bunlarla yüzleşmesi gerekir.

Elif Şafak'la ilgili duygularımı eski bir yazımda yazmıştım. Havva'nın Üç Kızı'nı dün gece on gibi başlayıp bir olmadan bitirdim. Beni en çok cezbeden Oxford'daki öğrenciliği oldu. Kökleri çok derinde bir okul, sessiz sakin koridorlar, özgürlük, kitapçıda çalışma, hayran olunan bir hoca, Londra..Ne çok isterdim böyle bir öğrencilik geçmişim olmasını. Bir daha okur muyum? Sanmıyorum. Bu da son zamanlarda örneğini çok gördüğüm ''çorba '' kitaplardan biri. Çok derinlikli olmayan bir hikaye kurgulanmış, arka planda 12 eylül işkencelerinden, bekaret muayenesine, Türk erkeklerinin siyaset ve futbol aşkından, kadınların botoks sevdasına, sorunlu ergenlerden, kırılgan çocuklara, sokak serserilerinden trafik sorununa akla ne gelirse hikayeye boca edilmiş.

Nerde o BeCe'ler, Nazar sözlükleri, Keramet Mumi Keşke Memiş Efendiler, Haksızlık Öztürk, Celal-Cemal Kardeşler, mavi metresler..O büyülü sözcükler, insanın nefesini kesen cümleler..İnanılmaz özgün öyküler..Ah Elif Şafak, eski okurların,  kendine has tarzını çok özlüyor biliyor musun?

Puanım 10 üzerinden 5.  

Eskilerden bir alıntı:

"Zaten Keramet Mumî Keşke Memiş Efendi sık sık söylerdi: Erkek kısmının gemisi batsa batsa, gördüğü en parlak ışığı deniz feneri zannedip, dümeni sığ sulara kırmaktan ötürü batardı."




Etiketler: ,